[color=]16 Ekim 2024’te Deprem Olacak mı? Bir Hikâyeyle Yaklaşmak[/color]
Sevgili forumdaşlar,
Bazen insanın içinde bir şeyler sıkışır, paylaşmak ister ama nereden başlayacağını bilemez. Ben de bugün sizlere hem içimdeki kaygıyı, hem de çevremde yaşananları bir hikâye üzerinden anlatmak istedim. Belki satır aralarında kendi korkularınızı, belki de umudunuzu bulursunuz.
[color=]Bir Kahve Masasında Başlayan Sohbet[/color]
O gün bir sonbahar akşamıydı. Yapraklar rüzgârla savruluyor, gökyüzü griye dönüyordu. Mahallenin küçük kafesinde buluşmuşlardı: Murat, Elif, Cem ve Ayşe. Konu dönüp dolaşıp aynı yere geldi: “16 Ekim 2024’te deprem olacak mı?”
Murat, her zamanki gibi çözüm odaklıydı. Parmaklarını masaya tıklatarak konuşmaya başladı:
“Arkadaşlar, söylentilerle panik yapmanın bir anlamı yok. Deprem bilimin konusu. Bilim insanları bile kesin tarih veremiyor. Bizim yapmamız gereken hazırlıklı olmak. Deprem çantamızı hazırlayacağız, toplanma alanlarımızı bileceğiz, evimizin dayanıklılığını kontrol ettireceğiz. Bu kadar basit.”
Elif ise yüzünde ince bir hüzünle söze girdi:
“Murat haklı olabilir ama mesele sadece hazırlık değil. İnsanların içindeki korkuyu, endişeyi ne yapacağız? Dün gece kızım yanıma gelip ‘Anne, gerçekten deprem olacak mı?’ diye sordu. Ona nasıl güven vereceğimi bilemedim. Çocukların yüreğini nasıl sakinleştireceğiz?”
Cem, biraz daha stratejik düşünen bir karakterdi. Çizgili defterini açtı, sanki plan yapar gibi:
“Bakın, riskleri yönetmek zorundayız. Diyelim ki gerçekten böyle bir ihtimal var, o zaman mahalle bazında tatbikatlar düzenlenmeli. Komşular arasında dayanışma ağı kurulmalı. Çünkü ilk anda resmi yardım gelmeyebilir. Bizim kendi aramızda stratejik bir planımız olmalı.”
Ayşe ise gözleri dolarak, sessizce konuştu:
“Benim için en büyük korku, sevdiklerimi kaybetme ihtimali. Ev yıkılır, eşya gider, önemli değil. Ama düşünsenize; o anda yanınızda olmayan birini bir daha görememek… İnsan buna nasıl hazırlanır ki?”
Masada derin bir sessizlik oldu. Dışarıda rüzgâr uğulduyor, yağmur camlara vuruyordu.
[color=]Korkunun İki Yüzü[/color]
Murat’ın sesi bu sessizliği bozdu:
“Elif, senin dediğin doğru, çocuklarımıza güven vermeliyiz. Ayşe, senin dediğin de çok haklı, kaybetme korkusu çok ağır. Ama işte tam da bu yüzden hazırlanmak zorundayız. Eğer biz elimizden geleni yaparsak, en azından vicdanımız rahat olur. Korkuyu kontrol altına almak için eyleme geçmek gerekir.”
Elif derin bir nefes aldı:
“Bazen düşünüyorum da, belki de en çok ihtiyacımız olan şey birbirimize sarılmak. Çünkü deprem, sadece binaları değil, kalplerimizi de sarsıyor. İnsan, yanında bir dost eli hissedince daha güçlü oluyor.”
Ayşe başını salladı:
“Doğru… Ben geçen gün yaşlı komşumuzu gördüm. Tek başına yaşıyor, çok korkuyormuş. Yanına gidip oturdum, konuştuk. Sonra bana sarıldı, gözleri parlıyordu. Belki de en büyük hazırlık, birbirimize destek olmak.”
Cem defterine notlar aldı:
“O zaman şöyle yapalım; biz bu masada bir karar verelim. Her birimiz bir sorumluluk alalım. Biri deprem çantaları için liste hazırlasın, biri toplanma alanlarının bilgisini toplasın, biri de komşularla iletişim ağı kursun. Hem pratikte hazırlanırız, hem de ruhen biraz daha rahat ederiz.”
[color=]Söylentiler mi, Gerçekler mi?[/color]
Konuşma ilerledikçe herkes fark etti ki mesele 16 Ekim 2024 değil, aslında her gün. Depremler tarih vererek gelmiyordu, ama her an olabilirdi. Söylentiler, dedikodular sadece korkuyu büyütüyordu. Ama gerçek şuydu: Hazırlıklı olanlar hayatta kalma ihtimalini artırıyordu.
Elif yavaşça gülümsedi:
“Belki de çocuklarımıza söylememiz gereken şey tam da bu. ‘Deprem olacak mı?’ diye sormak yerine, ‘Biz nasıl güçlü olabiliriz?’ diye soralım. Çünkü korku bulaşıcıdır ama umut da öyle.”
Ayşe elini Elif’in eline koydu:
“Ve umut, en çok da birlikteyken güçlenir.”
Murat kahvesinden son yudumunu aldı:
“İşte bu yüzden, söylentilerden bağımsız olarak, biz kendi hikâyemizi yazacağız. Hazırlıklı olacağız, dayanışacağız, birbirimize sahip çıkacağız. O zaman hangi gün olursa olsun, daha güçlü dururuz.”
[color=]Forumdaşlara Bir Mesaj[/color]
Sevgili dostlar, bu küçük hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz. Belki birimiz stratejik düşünür, birimiz empatiyle yaklaşır, birimiz sadece korkar ama birbirimizi tamamlarız.
Belki 16 Ekim’de deprem olmayacak, belki de başka bir gün olacak. Ama asıl mesele tarih değil; asıl mesele biz o gün ne kadar hazır olacağız, ne kadar yan yana durabileceğiz.
Şimdi sizlere soruyorum: Siz kendi hazırlığınızı yaptınız mı? Çantanız, planınız, dayanışacağınız dostlarınız var mı?
Ve belki de daha önemlisi, korkan birine sarılıp “Yanındayım” dediniz mi?
Çünkü bazen en büyük güç, bir deprem çantasından çok daha fazlasıdır: Kalpten kalbe uzanan bir el…
Sevgili forumdaşlar,
Bazen insanın içinde bir şeyler sıkışır, paylaşmak ister ama nereden başlayacağını bilemez. Ben de bugün sizlere hem içimdeki kaygıyı, hem de çevremde yaşananları bir hikâye üzerinden anlatmak istedim. Belki satır aralarında kendi korkularınızı, belki de umudunuzu bulursunuz.
[color=]Bir Kahve Masasında Başlayan Sohbet[/color]
O gün bir sonbahar akşamıydı. Yapraklar rüzgârla savruluyor, gökyüzü griye dönüyordu. Mahallenin küçük kafesinde buluşmuşlardı: Murat, Elif, Cem ve Ayşe. Konu dönüp dolaşıp aynı yere geldi: “16 Ekim 2024’te deprem olacak mı?”
Murat, her zamanki gibi çözüm odaklıydı. Parmaklarını masaya tıklatarak konuşmaya başladı:
“Arkadaşlar, söylentilerle panik yapmanın bir anlamı yok. Deprem bilimin konusu. Bilim insanları bile kesin tarih veremiyor. Bizim yapmamız gereken hazırlıklı olmak. Deprem çantamızı hazırlayacağız, toplanma alanlarımızı bileceğiz, evimizin dayanıklılığını kontrol ettireceğiz. Bu kadar basit.”
Elif ise yüzünde ince bir hüzünle söze girdi:
“Murat haklı olabilir ama mesele sadece hazırlık değil. İnsanların içindeki korkuyu, endişeyi ne yapacağız? Dün gece kızım yanıma gelip ‘Anne, gerçekten deprem olacak mı?’ diye sordu. Ona nasıl güven vereceğimi bilemedim. Çocukların yüreğini nasıl sakinleştireceğiz?”
Cem, biraz daha stratejik düşünen bir karakterdi. Çizgili defterini açtı, sanki plan yapar gibi:
“Bakın, riskleri yönetmek zorundayız. Diyelim ki gerçekten böyle bir ihtimal var, o zaman mahalle bazında tatbikatlar düzenlenmeli. Komşular arasında dayanışma ağı kurulmalı. Çünkü ilk anda resmi yardım gelmeyebilir. Bizim kendi aramızda stratejik bir planımız olmalı.”
Ayşe ise gözleri dolarak, sessizce konuştu:
“Benim için en büyük korku, sevdiklerimi kaybetme ihtimali. Ev yıkılır, eşya gider, önemli değil. Ama düşünsenize; o anda yanınızda olmayan birini bir daha görememek… İnsan buna nasıl hazırlanır ki?”
Masada derin bir sessizlik oldu. Dışarıda rüzgâr uğulduyor, yağmur camlara vuruyordu.
[color=]Korkunun İki Yüzü[/color]
Murat’ın sesi bu sessizliği bozdu:
“Elif, senin dediğin doğru, çocuklarımıza güven vermeliyiz. Ayşe, senin dediğin de çok haklı, kaybetme korkusu çok ağır. Ama işte tam da bu yüzden hazırlanmak zorundayız. Eğer biz elimizden geleni yaparsak, en azından vicdanımız rahat olur. Korkuyu kontrol altına almak için eyleme geçmek gerekir.”
Elif derin bir nefes aldı:
“Bazen düşünüyorum da, belki de en çok ihtiyacımız olan şey birbirimize sarılmak. Çünkü deprem, sadece binaları değil, kalplerimizi de sarsıyor. İnsan, yanında bir dost eli hissedince daha güçlü oluyor.”
Ayşe başını salladı:
“Doğru… Ben geçen gün yaşlı komşumuzu gördüm. Tek başına yaşıyor, çok korkuyormuş. Yanına gidip oturdum, konuştuk. Sonra bana sarıldı, gözleri parlıyordu. Belki de en büyük hazırlık, birbirimize destek olmak.”
Cem defterine notlar aldı:
“O zaman şöyle yapalım; biz bu masada bir karar verelim. Her birimiz bir sorumluluk alalım. Biri deprem çantaları için liste hazırlasın, biri toplanma alanlarının bilgisini toplasın, biri de komşularla iletişim ağı kursun. Hem pratikte hazırlanırız, hem de ruhen biraz daha rahat ederiz.”
[color=]Söylentiler mi, Gerçekler mi?[/color]
Konuşma ilerledikçe herkes fark etti ki mesele 16 Ekim 2024 değil, aslında her gün. Depremler tarih vererek gelmiyordu, ama her an olabilirdi. Söylentiler, dedikodular sadece korkuyu büyütüyordu. Ama gerçek şuydu: Hazırlıklı olanlar hayatta kalma ihtimalini artırıyordu.
Elif yavaşça gülümsedi:
“Belki de çocuklarımıza söylememiz gereken şey tam da bu. ‘Deprem olacak mı?’ diye sormak yerine, ‘Biz nasıl güçlü olabiliriz?’ diye soralım. Çünkü korku bulaşıcıdır ama umut da öyle.”
Ayşe elini Elif’in eline koydu:
“Ve umut, en çok da birlikteyken güçlenir.”
Murat kahvesinden son yudumunu aldı:
“İşte bu yüzden, söylentilerden bağımsız olarak, biz kendi hikâyemizi yazacağız. Hazırlıklı olacağız, dayanışacağız, birbirimize sahip çıkacağız. O zaman hangi gün olursa olsun, daha güçlü dururuz.”
[color=]Forumdaşlara Bir Mesaj[/color]
Sevgili dostlar, bu küçük hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz. Belki birimiz stratejik düşünür, birimiz empatiyle yaklaşır, birimiz sadece korkar ama birbirimizi tamamlarız.
Belki 16 Ekim’de deprem olmayacak, belki de başka bir gün olacak. Ama asıl mesele tarih değil; asıl mesele biz o gün ne kadar hazır olacağız, ne kadar yan yana durabileceğiz.
Şimdi sizlere soruyorum: Siz kendi hazırlığınızı yaptınız mı? Çantanız, planınız, dayanışacağınız dostlarınız var mı?
Ve belki de daha önemlisi, korkan birine sarılıp “Yanındayım” dediniz mi?
Çünkü bazen en büyük güç, bir deprem çantasından çok daha fazlasıdır: Kalpten kalbe uzanan bir el…