Her türlü kirliliğe hayır!… Ama önce, “Görsel Kirliliğe”… Birlikte sabah yürüyüşü yaptığım arkadaşım; Karayolları Mevkii civarındaki bir apartmanın balkonunu gösterip; “...abi şu balkonun güzelliğine baaak!...” deyince, ayırdına vardım ilk kez... Ve yine ilk kez; bunca ölü balkon arasında; bu denli güzel, güzelden öte muhteşem, yaşayan, nefes alan bir balkon görmenin keyfini ve mutluluğunu yaşadım. Duvarları çini tabaklar ve tablolarla süslenmiş; korkuluk demirlerine asılan saksıları ve tavandan sarkıtılan makromeleri, birbirinde güzel çiçeklerle çiçeklendirilmiş; nostaljık aksesuvarlarla bütünleştirilip, şık bambu koltuklarla bezenmiş balkon; balkondan ziyade, varsıl bir ailenin, konuk odasını andırıyordu... Bu zevk ürünü balkondan; uzun süre, gözlerimi alamadım... * * * Bir konutun bahçesi, bir konutun balkonu, bir apartmanın girişi, koridorları (merdiven boşluğu), dış cephesi ve terası, (varsa) otoparkı; o konutta, o apartmanda oturanların, kalbinin ve ruhunun aynasıdır... Zevklerinin ve kültürlerinin göstergesidir... Sürekli göz önünde olan bu mekânlar; temiz tutulması, bakımlı olması, göz zevkini okşayacak biçimde düzenlenmesi halinde; sahiplerinin “gururu”, aksi halde “ayıbı” olur. Çağdaş insan, kültürlü insan; sadece kendisi için değil; başkaları için de yaşayan, insandır. Her türlü kirlilikten sakınan, ayıptan kaçınan, ayıbını gizleyen insandır. İnsanoğlu, belki dört duvar arasında ayıplarını gizleyebilir ama sürekli göz önünde bulunan bahçesinde, balkonunda ve terasında asla... * * * Yolda yürürken, gezinirken; önünden geçtiğiniz apartmanların, dış cephelerine, (varsa) bahçelerine, balkonlarına ve teraslarına bir bakın lütfen... Nadiren de olsa, yazımın girişinde anlattığım balkon gibi, Yaşayan Balkonlar da görebilirsiniz... Ancak genellikle; öyle büyük ayıplarla karşılaşacak, öyle büyük rezilliklere tanık olacaksınız ki, siz de şaşıracaksınız... Balkonlar balkon değil, sanki ardiye... Teraslar teras değil, sanki hurdalık deposu... Bahçeler bahçe değil, sanki çöplük, pislik, mikrop yuvası... Tüm dünya insanlarının gözü önünde olan bir kentte; böyle bir şey, olabilir mi? “... Efendim, balkon benim değil mi? Bina, binamın merdivenleri, bahçesi, terası... bize ait değil mi? Nasıl istersem/ nasıl istersek, öyle kullanırız... Bu memlekette özgürlük var! Bana (veya bize) kimse karışamaz!” ??!!... Hayır arkadaş! Nasıl istersen ya da nasıl isterseniz, öyle kullanamazsınız!... Hiç kimsenin; bir başkasının göz zevkini bozmaya, hakkı yoktur... Toplu yaşamın, kendine özgü kuralları vardır... Sizler de, o kurallara uymak zorundasınız... Yani?... Yani, ya Toplu Yaşamın Kuralları’na uyup, kentli gibi kentli olacaksınız; ya da şehri terk edip, dağ başında tek başınıza yaşamayı göze alıp, göçer gibi göçer olacaksınız... Bunun bir başka seçeneği (maalesef) yok... Kentli Yaşamında; bir başkasının göz zevkini bozucu davranışlar sergilemek, görgüsüzlüktür... en azından ayıptır... Kaldı ki, sözünü ettiğimiz görsel kirlilik; Ülkemizin vitrinleri konumunda olan turizm kentlerinde, Türkiye’nin dünyaya açılan pencereleri konumunda olan beldelerinde (örneğin Alanya’da) yapılıp, sergileniyorsa; bu çok daha vahim bir ayıp, çok daha vahim bir suçtur... Hiç kimsenin, böyle bir beldede; böyle göstere göstere, “Görsel Kirlilik Yaratma Özgürlüğü” yoktur... * * * Göstere göstere sergilenen görsel kirliliklerin bir başka örneği de; binaların (hem de kentin en merkezi yerlerinde bulunan binaların) dış cepheleri... Kent kimliğiyle bağdaşmayan cırtlak, zevksiz renkler... Patlamış sıvalar... Yıpranmış ve dökülmüş boyalar... Kentin en merkezi yerlerinde, aylardır/ yıllardır inşa halinde bekletilen binalar... Belediyeler, bunlara mutlak bir çözüm getirmek zorunda... Örneğin Yayla Yolu Caddesi’nin, Şevket Tokuş Caddesi’yle kesiştiği noktadaki, köşe başındaki binanın, kuzey cephesine sonradan ilave edilen bölüm; yıllardır, uyduruk bir sıva ve badanayla, camsız çerçevesiz olarak bekletiliyor... Bu ve bu durumda olan binalar, neden yıllardır böyle bekletilir, anlayıp çözebilmiş değilim... “...Ay efendim! Mal sahibi yapmıyorsa, Belediye ne yapsın!?...” ??!!.... Ne demek, belediye ne yapsın!?... Belediye(ler), belediye olsun da; önce halkını eğitme görevini, yerine getirsin... Belediye(ler) belediye olsun da; yasaları uygulasın... Yasaları işletsin... Örneğin, böyle bir durumda; belediye(ler), önce mal sahibini (veya sahiplerini) uyarsın... Uyarıya rağmen, o mal sahibi (veya sahipleri); o görsel çirkinliği ortadan kaldırmakta, kent disiplinine uymakta direnirse; Belediye(ler), kararlı ve bilinçli belediye(ler) gibi davranıp; yapılması gerekeni, KENDİSİ YAPSIN (veya yaptırsın)... Daha sonra da, masraflarını, yasal giderleriyle birlikte mülk sahibinden (veya sahiplerinden) tahsil etsin... Bu kadar basit... Çünkü bu konuda, Mahalli İdareler Yasası, son derece uygun... Yeter ki zihniyet olarak önce belediyelerin kendisi; göçerlik görgüsünden ve göçerlik alışkanlıklarından kurtulup, yerleşik düzenin gereklerine (öncelikle kendilerini) adapte edebilsin... Bir ülkenin, dünyaya açılan penceresi konumundaki bir kentte yaşayanlar ve o kenti yönetenler; her haliyle, her tavrıyla, her davranışıyla; ülkesini temsil edecek düzeyde, cesarette ve özveride olmalıdır... Aksi halde?... Aksi halde, “Dünya Kenti” hayallerine ve mavallarına; kendilerini hiç ama hiç kaptırmamalıdırlar...
ircfrm.net için Yenialanya-com sitesinden alıntı yapılmıştır.
ircfrm.net için Yenialanya-com sitesinden alıntı yapılmıştır.