YETİM babası, yetimi kendi çocuklarından ayırmadan kol kanat geren anne, yetim yavrunun hayattaki nasibine tutunması için vesile olur. Onu soğuk kış gecelerinde sevgi ve şefkat yumuşaklığıyla sarmalayan elbise olur... Karşılıksız değildir bu. Nitekim Allah Teâlâ, “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi mutedil bir ümmet kıldık.” (Bakara, 2/143.) buyurmuş ve “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 3/110.) âyetiyle de Müslüman ümmete sorumluluklarını bildirmiştir. Örnek toplumun oluşması için her iş, bu işe lâyık olan kimseye verilerek adalete riayet edilmeli ve herkes işini iyi yapmalıdır. Hz. Peygamber'in inanmayanlar için aşırı derecede üzüntü duyması ve hayata veda ederken ashâbına, “(Size dini tam anlamıyla) Tebliğ ettim mi?” diye ısrarla sorması (Buhârî, İlim, 37) onun “Allah'ın Elçisi” olarak bu görevindeki hassasiyetini ve sorumluluk şuurunu göstermektedir. Bu bilinçle yaşayarak insanlara örnek olan Peygamberimiz (sav), kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getiren kimseleri övmüştür. Yetimliği bütün versiyonlarıyla yaşayan Allah Resulü bu hasretin de derinleştirdiği merhamet ile yetimlere, kimsesizlere ayrı bir ihtimam göstermiş hayatı boyunca onlara şefkat kanatlarını germiştir. Hani şair hasretle sesleniyor ya; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi. Nerde kaldın ey Resul? Nerde kaldın ey Nebi? Abdullah’ın yetimi yetim Peygamber özlemle anılacak, aranacak kadar yetimlere sahip çıkmıştır. Bunlardan biri de Akrabe... Uhud'da ardında güzel saçlı bir çocuk bırakan Akrabe... Çocuk hatırlıyordu, bir gün babasıyla Allah Resûlü'nün yanına gitmişlerdi. Allah Resûlü sormuştu ona, “Yavrum, senin adın ne?” diye... “Bahîr.” demişti kekeleyerek. Bu ismi değiştiren Allah Resûlü ona, “Bundan böyle senin adın Beşîr olsun.” demişti. Ne güzel addı bu! Neşeli, müjdelenmiş demekti, yüzlere ve gönüllere sevinç kaynağı olan. Allah Resûlü Uhud'dan dönüyordu. Hz. Peygamber'in karşısına dikilecek, babasını soracaktı Beşîr ona. Allah Resûlü'nün yanına vardı; “Babama ne oldu?” dedi. Allah Resûlü'nün ağzından,“Baban şehit oldu. Allah ona rahmet etsin.” sözleri döküldü. Beşîr ağlıyordu... Allah Resûlü, “Ağlama!” diye teselli etti Beşîr'i. Sonra, “Ben senin baban olayım, Âişe senin annen olsun istemez misin?” dedi. Hiç düşünmeden “Evet, çok isterim.” dedi Beşîr. Allah Resûlü, eliyle Beşîr'in saçlarını okşadı, kucakladı, bağrına bastı. (İbn Hacer, İsâbe, I, 302. ) Allah Resûlü şehit yavrusu Beşîr'i kucaklamış, hayattaki yalnızlığını dağıtmış, ona yetim kaldığını unutturmuştu. “Yetim”, Arapçada “yalnız, tek başına” demekti. Peygamber Efendimiz, gönüller anlasın, gözler canlandırsın diye dünyada bir yetimi kollayan, onun derdine ortak olup sofrasında yetimle ekmeğini paylaşanların, cennette bu şekilde kendisinin yanı başında bulunacağını anlatıyor bize Allah Resûlü “Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse Allah onu mutlaka cennete koyar. Ancak affedilmeyecek bir günah işlemiş ise o başka.” (Tirmizî, Birr, 14.) Diğer taraftan Resûl-i Ekrem,“Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.” buyurarak, yetime yapılan muamelenin iyi ya da kötü olmasının bir yuvanın iyi ya da kötü olmasını belirleyen önemli bir ölçüt olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. CENNETE DOKUNAN EL!Elinden tutulup hayata hazırlanmayı bekleyen yetim bir yavru, duygusal, bedensel ve zihinsel yönden korunup kollanmaya muhtaç bir emanettir. Bu yüzden Allah ve Resûlü, tıpkı kadınlar ve köleler gibi toplumun en hassas ve kırılgan kesimlerinden biri olan yetimler hakkında da son derece dikkatli davranılmasını istemişlerdir. Kalbinin katılığından dert yanan bir adama Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde “Yetimlerin başını okşa, fakirleri doyur!” (İbn Hanbel, II, 387) buyurduğu nakledilir. Yetimin başını okşamak, kuşkusuz ona sevgi ve merhamet göstermenin yanı sıra kimsesizliğini unutturup ayakta durabilmesi için yardımcı olmak demektir. İnsanoğlu en büyük mutluluğun servet, makam ve kudret gibi değişken ve aldatıcı şeylerde olmadığının farkına vardığında, bir çocuğun gözlerindeki ışıltının her şeyden daha kıymetli olduğunu hissedecektir. ATEŞLE BESLENENLER: YETİM MALI YİYENLER Âhirete inanmayan, ya da diliyle inandığını iddia ettiği halde hayat programını bu îmana bina etmeyerek hayatıyla onu yalanlayan kişi, “işte odur yetimi itip kakan.”(Maun,107/2) Yetimi horlar, azarlar, ona sert davranır ona baskı yaparak, zulmederek hakkını gasp eder. Yetimin hakkını yer. Yetime verilmek üzere velîsi tarafından kendisine teslim edilmiş emanet mirasa el koyarak onu kendi malından mahrum bırakır. İşte bu davranış kişinin âhirete inanmadığının, ya da onu yalanladığının görüntüsüdür. Bakın Nisâ sûresinde de Rabbimiz bu hususu anlatırken şöyle buyurur: “Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler karınlarına sadece ateş dolduruyorlar ve yarın onlar çılgın ateşe atılacaklardır.” (Nisâ ,4/10) Veya yetim, toplumda sosyal ve siyasal desteği, dayanağı olmayan kimseler demektir. Böyle bir dayanakları yok diye onların haklarını yemeye çalışmak, onlara olan borçlarını ödememek, elinde çeki, senedi, yasal bir dayanağı yok diye mallarını yemeye, hukuklarını ihlâl etmeye kalkışmak, âhireti yalanlamak anlamına gelmektedir ki, bundan şiddetle sakınmak zorundayız. BABANIN EMANETİ YETİMLERAllah Resûlü, babasını yitirmiş yavrulara kol kanat geren, her zorluğa rağmen onların üstüne titreyen, hatta onları kendisine tercih eden anneleri de unutmuyor: “Ben ve (karşılaştığı sıkıntılar ve bakımsızlık yüzünden) yanakları kararmış kadın kıyamet gününde şu ikisi (işaret parmağı ve orta parmak) gibi (yakın) olacağız. O kadın ki kocasının ölümü sebebiyle dul kalır da asil ve güzel olduğu hâlde çocukları yetişinceye ya da ölünceye kadar kendisini yetim çocuklarının bakımına hasreder (ve evlenmez).”buyuruyor. (Ebû Dâvûd, Edeb, 120, 121) Allah Resûlü,“Her türlü malda zekâttan başka ödenmesi gereken haklar da vardır.” (Tirmizî, Zekât, 27) buyurmuştur. Yetimi gözetmek bizim yetimlere yaptığımız bir ikramın ötesinde, üzerimizdeki en büyük sorumluluklardandır. Yetimler önceliklidir. Bu çocukların bazısı şehit çocuklarıdır, bazısı annesini ya da babasını hastalığa, kazaya kurban vermiştir. Ve hatta kimileri de dünyanın değişik yerlerinde birilerinin dünyalık arzularına kurban edilmiş, daha çocukluklarını yaşayamadan şehirleri yıktığı kadar ruhları da tahrip eden savaşın soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Anneleri, babaları artık yanlarında değildir... Onlar sahip çıkılmayı herkesten çok hak ederler. Onlarla ilgilenmek, onların durumlarını düzeltmek, mallarını korumak, haklarına riâyet etmek, onların eğitimleriyle, ahlâklarıyla ilgilenmek, onları ıslah etmek bizim görevimizdir. Çünkü yetimler toplumun yanında Allah’ın emanetleridirler. Hz. Ebu’d Derda şöyle demiştir: Ben Rasulullah (S.A.V)’i şöyle buyururken işittim: “Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp rızıklanırsınız.” (Ebu Davut, Cihad 710) Müslümanların görevi bu emanete, emanet sahibi olan Allah’ın istediği biçimde davranmaktır. Yani babasızları korumak, rahat ettirmek babalarının yokluğunu onlara hissettirmemek bizim görevimizdir. Günün Ayet-i Kerimesi “Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler karınlarına sadece ateş dolduruyorlar ve yarın onlar çılgın ateşe atılacaklardır.” (Nisâ ,4/10) Günün Hadis-i Şerifi Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar’ın evleri) arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise, içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.” İbn Mâce, Edeb, 6. Günün Mısrası Şimdi seni ananlar, Anıyor ağlar gibi. Ey yetimler yetimi, Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi. Nerde kaldın ey Resul, Nerde kaldın ey Nebi? Arif Nihat ASYA Fıkıh Köşesi - Astım hastalarının oksijen spreyi kullanmaları orucu bozar mı?Akciğer hastalarının kullandıkları spreyden, bir kullanımda 1/20 ml. gibi çok az bir miktar ağıza sıkılmaktadır. Bunun da önemli bir kısmı ağız ve nefes boruları civarında emilerek yok olmaktadır. Bundan geriye bir miktarın kalıp tükürük ile mideye ulaştığı konusunda kesin bir bilgi de yoktur. Abdest alırken ağızda kalan su ile kıyaslandığında, bu miktarın çok az olduğu görülmektedir. Hâlbuki oruçlu, abdest alırken ağzına verdiği sudan geri kalan miktarın mideye ulaşması hâlinde orucun bozulmayacağı konusunda hadis (Dârimî, “Savm”, 21) ve İslâm bilginlerinin icması vardır. Hz. Peygamber’in oruçlu iken misvak kullandığı, sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buharî, “Savm”, 27). Diğer taraftan, “kesin olarak bilinen, şüphe ile bozulmaz” kaidesi gereğince, mideye ulaşıp ulaşmadığı konusunda şüphe bulunan söz konusu madde ile oruç bozulmaz. Bu itibarla astımlı hastaların, rahat nefes almalarını sağlamak amacıyla ağza püskürtülen oksijenli ilaç, orucu bozmaz. - Göz damlası kullanmak orucu bozar mı?Uzman göz doktorlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç miktar olarak çok az (1 mililitrenin 1/20’si olan 50 mikrolitre) olup, bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesamat yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Damlanın yok denilebilecek kadar çok az bir kısmının, sindirim kanalına ulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu bilgiler, yukarıdaki bilgilerle birlikte değerlendirildiğinde, göz damlası orucu bozmaz. 1 Mayıs Cuma Sahur: 04.22 İftar: 19.47
ircfrm.net için Yenialanya-com sitesinden alıntı yapılmıştır.
ircfrm.net için Yenialanya-com sitesinden alıntı yapılmıştır.