Tasarım Kelimesinin Kökeni Üzerine: Bir Kavramın İçyüzü
Bir süredir forumda “tasarım” kelimesi öylesine sık telaffuz edilir oldu ki, artık içi boşalmış bir mantra gibi dönüp duruyor dilimizde. “Tasarımcıyım”, “iyi bir tasarım”, “tasarım odaklı düşünme”... Peki bu kelimenin kendisi nereden geliyor, neyi temsil ediyor, hatta temsil etmeye cesaret ediyor mu? Bugün burada sadece kelimenin kökenini değil, zihinsel arka planını da biraz kurcalayalım istiyorum — biraz rahatsız olacağız, ama zaten bu forumda rahat etmek için değil, düşünmek için varız, değil mi?
“Tasarım”ın Kökenine Dönmek: Sadece Etimoloji Değil, Bir Zihniyet Meselesi
“Tasarım” kelimesi Türkçede “tasarlamak” fiilinden türetilir. “Tasarlamak” ise “tasavvur etmek”, yani bir şeyi zihin içinde kurmak, hayal etmek anlamına gelir. Osmanlıca kökeninde “tasavvur” Arapça ṣ-w-r kökünden gelir; “sûret” yani biçimle ilişkilidir. Yani tasarım aslında biçim vermek, bir düşünceyi surete dönüştürmek eylemidir.
Ama modern anlamda “design” kelimesinin kökenine baktığımızda işler değişiyor. Latincedeki designare kelimesinden gelir: “işaret etmek, belirlemek, çizmek, planlamak.” Burada önemli bir fark var: Batı dillerinde “design” öncelikle bir planlama, bir strateji, bir yönlendirme eylemidir. Türkçedeki karşılığı ise daha çok hayal etme, içselleştirme, sezgisel bir biçim verme eylemidir. Yani biz aslında iki kültürel akımın ortasında sıkışmış durumdayız: Doğu’nun sezgisel yaratımı ile Batı’nın planlı üretimi.
Peki hangisi doğru? Ya da daha sert soralım: “Tasarım” gerçekten bize ait bir kavram mı, yoksa ithal bir düşünme biçimini süsleyip “yerli” hale getirdiğimiz bir dil oyunu mu?
Tasarım: Strateji mi, Sezgi mi?
Erkeklerin genellikle stratejik, planlayıcı ve problem çözücü tarafıyla; kadınların empatik, bütüncül ve insan odaklı yaklaşımı arasında sıkışan bir kavram bu. Çünkü tasarım hem mühendislikle hem estetikle flört ediyor.
Erkek bakış açısından “tasarım”, bir problem çözme süreci, bir düzen kurma çabasıdır. İşlev ön plandadır; yapı net olmalıdır; karmaşa rahatsız eder. Kadın bakış açısından ise “tasarım”, insanla kurulan duygusal bir köprüdür. Biçim, hissettirir; kullanım, deneyimdir; işlev bile estetiğe dönüşebilir.
Bugün “tasarım düşüncesi” diye pazarlanan kavramların çoğu, bu iki kutbun yapay bir birleşimidir. Kurumsal dilde “insan odaklı inovasyon” diye geçen şey aslında kapitalizmin empatiyi nasıl metalaştırdığının göstergesidir. “Kullanıcıyı anlamak” değil, “kullanıcının davranışını yönlendirmek” hedeflenir. Oysa kadim anlamda tasarım, yönlendirmek değil, anlamaktır.
O zaman soralım: Tasarımcı bir stratejist midir, yoksa bir empatik arabulucu mu? Yoksa her ikisinin çakıştığı gri bölgede mi kaybolur?
Modern Tasarımın Krizi: Herkes Tasarımcıysa, Kim Gerçekten Tasarlıyor?
Bugün “tasarım” kavramı o kadar genişledi ki, neredeyse hiçbir anlamı kalmadı. UI tasarımcısı da tasarımcı, moda stilisti de tasarımcı, ürün mühendisi de... Hatta bazı şirketlerde PowerPoint sunumunu estetik yapan bile “sunum tasarımcısı” olarak anılıyor. Bu kadar sulandırılmış bir kavram, hâlâ düşünsel bir derinlik iddia edebilir mi?
Tasarım artık “çözüm üretme sanatı” değil, “trend yakalama pratiği” haline geldi. Kullanıcı odaklı olma takıntısı, tasarımın özgünlük damarını kuruttu. Artık tasarımcı hayal eden değil, veriye boyun eğen biri oldu. Kullanıcı testinde beğenilmeyen fikir çöpe gidiyor; oysa tarih boyunca büyük tasarımlar, çoğu zaman ilk başta anlaşılmayan fikirlerden doğmuştur.
Forumdaşlar, düşünsenize: Biz tasarımı gerçekten anlıyor muyuz, yoksa onun gölgesine mi tapıyoruz?
Dilsel Yabancılaşma: “Design Thinking” mi, “Tasarım Düşüncesi” mi?
Bu noktada dil meselesine dönmek şart. Biz “design thinking”i çevirdik, ama çevirdiğimizde anlamını da öldürdük. “Thinking” kısmı Batı’da bir metodolojiye işaret eder; bizde ise “düşünce” soyut bir sezgidir. Yani “tasarım düşüncesi” dediğimizde aslında iki farklı düşünme biçimini birbirine yamıyoruz.
Buna rağmen, akademik çevreler ve kurumlar bu kelimeyi sorgusuzca benimsedi. Her yıl binlerce öğrenci “tasarım odaklı yenilik” dersi alıyor, ama kimse çıkıp “tasarımın kendisi neyin odak noktası?” diye sormuyor. Belki de tasarımın en büyük sorunu, artık sorgulanmıyor oluşudur.
O yüzden bu başlıkta şunu tartışmak istiyorum: Biz “tasarımı” kutsallaştırarak aslında onu ölü bir simgeye mi dönüştürdük?
Kadın ve Erkek Akıllarının Tasarımda Dansı
Kadınların sezgisel, empatik tarafı olmadan tasarım insansızlaşır. Erkeklerin stratejik, yapı kurucu tarafı olmadan da tasarım kaosa sürüklenir. Gerçek yaratıcılık, bu iki enerjinin çatışmasında doğar. Ne yazık ki endüstri, bu çatışmayı bastırmakla meşgul.
Tasarım süreçleri erkek mantığıyla ölçülür (verimlilik, optimizasyon, sonuç odaklılık), ama kadın duygusuyla satılır (hikâye, deneyim, bağ kurma). Bu çelişki yüzünden tasarımcılar hem mühendislerden hem sanatçılardan “yarım” görülür.
Ama belki de tam bu yarımlık, tasarımın özüdür. Çünkü tasarım hiçbir zaman tamamlanmaz; hep “olma” halindedir.
Peki, Tasarım Gerçekten Ne İşe Yarar?
Dürüst olalım: Tasarım, sorun çözmez. En fazla sorunları güzel gösterir. Ancak bu kötü bir şey değildir; çünkü estetik, insanı hayatta tutan şeydir. Bir sandalyeyi sadece oturmak için değil, ait hissetmek için seçeriz. Bir logoya sadece markayı tanımak için değil, duygusal bağ kurmak için bakarız.
Ama tam da bu yüzden, tasarım her zaman manipülasyonla flört eder. Bir şeyin “iyi görünüyor” olması, onun “iyi olduğu” anlamına gelmez. Tasarım bu ikisini karıştırarak bizi büyüler. Ve belki de en tehlikeli yanı budur.
Son Söz Yerine: Tartışmayı Açıyorum
O halde sorularla bitirelim:
- Tasarımın kökeni bizde mi, yoksa ithal ettiğimiz bir kavramda mı?
- Gerçek tasarımcı, plan yapan mı yoksa hisseden mi?
- Kadınların empatik yaratıcılığı olmadan tasarım yaşayabilir mi?
- Erkeklerin stratejik yapısı olmadan sürdürülebilir olur mu?
- Ve en önemlisi: Tasarım bir özgürlük alanı mı, yoksa görünmez bir kontrol mekanizması mı?
Bu başlıkta kelimenin kökünden bugüne kadar bir yolculuk yaptık, ama eminim herkesin bu konuda farklı bir hikayesi vardır. Haydi forumdaşlar, şimdi siz söyleyin:
Tasarım, bir zihin ürünü mü, yoksa bir duygu devrimi mi?
Bir süredir forumda “tasarım” kelimesi öylesine sık telaffuz edilir oldu ki, artık içi boşalmış bir mantra gibi dönüp duruyor dilimizde. “Tasarımcıyım”, “iyi bir tasarım”, “tasarım odaklı düşünme”... Peki bu kelimenin kendisi nereden geliyor, neyi temsil ediyor, hatta temsil etmeye cesaret ediyor mu? Bugün burada sadece kelimenin kökenini değil, zihinsel arka planını da biraz kurcalayalım istiyorum — biraz rahatsız olacağız, ama zaten bu forumda rahat etmek için değil, düşünmek için varız, değil mi?
“Tasarım”ın Kökenine Dönmek: Sadece Etimoloji Değil, Bir Zihniyet Meselesi
“Tasarım” kelimesi Türkçede “tasarlamak” fiilinden türetilir. “Tasarlamak” ise “tasavvur etmek”, yani bir şeyi zihin içinde kurmak, hayal etmek anlamına gelir. Osmanlıca kökeninde “tasavvur” Arapça ṣ-w-r kökünden gelir; “sûret” yani biçimle ilişkilidir. Yani tasarım aslında biçim vermek, bir düşünceyi surete dönüştürmek eylemidir.
Ama modern anlamda “design” kelimesinin kökenine baktığımızda işler değişiyor. Latincedeki designare kelimesinden gelir: “işaret etmek, belirlemek, çizmek, planlamak.” Burada önemli bir fark var: Batı dillerinde “design” öncelikle bir planlama, bir strateji, bir yönlendirme eylemidir. Türkçedeki karşılığı ise daha çok hayal etme, içselleştirme, sezgisel bir biçim verme eylemidir. Yani biz aslında iki kültürel akımın ortasında sıkışmış durumdayız: Doğu’nun sezgisel yaratımı ile Batı’nın planlı üretimi.
Peki hangisi doğru? Ya da daha sert soralım: “Tasarım” gerçekten bize ait bir kavram mı, yoksa ithal bir düşünme biçimini süsleyip “yerli” hale getirdiğimiz bir dil oyunu mu?
Tasarım: Strateji mi, Sezgi mi?
Erkeklerin genellikle stratejik, planlayıcı ve problem çözücü tarafıyla; kadınların empatik, bütüncül ve insan odaklı yaklaşımı arasında sıkışan bir kavram bu. Çünkü tasarım hem mühendislikle hem estetikle flört ediyor.
Erkek bakış açısından “tasarım”, bir problem çözme süreci, bir düzen kurma çabasıdır. İşlev ön plandadır; yapı net olmalıdır; karmaşa rahatsız eder. Kadın bakış açısından ise “tasarım”, insanla kurulan duygusal bir köprüdür. Biçim, hissettirir; kullanım, deneyimdir; işlev bile estetiğe dönüşebilir.
Bugün “tasarım düşüncesi” diye pazarlanan kavramların çoğu, bu iki kutbun yapay bir birleşimidir. Kurumsal dilde “insan odaklı inovasyon” diye geçen şey aslında kapitalizmin empatiyi nasıl metalaştırdığının göstergesidir. “Kullanıcıyı anlamak” değil, “kullanıcının davranışını yönlendirmek” hedeflenir. Oysa kadim anlamda tasarım, yönlendirmek değil, anlamaktır.
O zaman soralım: Tasarımcı bir stratejist midir, yoksa bir empatik arabulucu mu? Yoksa her ikisinin çakıştığı gri bölgede mi kaybolur?
Modern Tasarımın Krizi: Herkes Tasarımcıysa, Kim Gerçekten Tasarlıyor?
Bugün “tasarım” kavramı o kadar genişledi ki, neredeyse hiçbir anlamı kalmadı. UI tasarımcısı da tasarımcı, moda stilisti de tasarımcı, ürün mühendisi de... Hatta bazı şirketlerde PowerPoint sunumunu estetik yapan bile “sunum tasarımcısı” olarak anılıyor. Bu kadar sulandırılmış bir kavram, hâlâ düşünsel bir derinlik iddia edebilir mi?
Tasarım artık “çözüm üretme sanatı” değil, “trend yakalama pratiği” haline geldi. Kullanıcı odaklı olma takıntısı, tasarımın özgünlük damarını kuruttu. Artık tasarımcı hayal eden değil, veriye boyun eğen biri oldu. Kullanıcı testinde beğenilmeyen fikir çöpe gidiyor; oysa tarih boyunca büyük tasarımlar, çoğu zaman ilk başta anlaşılmayan fikirlerden doğmuştur.
Forumdaşlar, düşünsenize: Biz tasarımı gerçekten anlıyor muyuz, yoksa onun gölgesine mi tapıyoruz?
Dilsel Yabancılaşma: “Design Thinking” mi, “Tasarım Düşüncesi” mi?
Bu noktada dil meselesine dönmek şart. Biz “design thinking”i çevirdik, ama çevirdiğimizde anlamını da öldürdük. “Thinking” kısmı Batı’da bir metodolojiye işaret eder; bizde ise “düşünce” soyut bir sezgidir. Yani “tasarım düşüncesi” dediğimizde aslında iki farklı düşünme biçimini birbirine yamıyoruz.
Buna rağmen, akademik çevreler ve kurumlar bu kelimeyi sorgusuzca benimsedi. Her yıl binlerce öğrenci “tasarım odaklı yenilik” dersi alıyor, ama kimse çıkıp “tasarımın kendisi neyin odak noktası?” diye sormuyor. Belki de tasarımın en büyük sorunu, artık sorgulanmıyor oluşudur.
O yüzden bu başlıkta şunu tartışmak istiyorum: Biz “tasarımı” kutsallaştırarak aslında onu ölü bir simgeye mi dönüştürdük?
Kadın ve Erkek Akıllarının Tasarımda Dansı
Kadınların sezgisel, empatik tarafı olmadan tasarım insansızlaşır. Erkeklerin stratejik, yapı kurucu tarafı olmadan da tasarım kaosa sürüklenir. Gerçek yaratıcılık, bu iki enerjinin çatışmasında doğar. Ne yazık ki endüstri, bu çatışmayı bastırmakla meşgul.
Tasarım süreçleri erkek mantığıyla ölçülür (verimlilik, optimizasyon, sonuç odaklılık), ama kadın duygusuyla satılır (hikâye, deneyim, bağ kurma). Bu çelişki yüzünden tasarımcılar hem mühendislerden hem sanatçılardan “yarım” görülür.
Ama belki de tam bu yarımlık, tasarımın özüdür. Çünkü tasarım hiçbir zaman tamamlanmaz; hep “olma” halindedir.
Peki, Tasarım Gerçekten Ne İşe Yarar?
Dürüst olalım: Tasarım, sorun çözmez. En fazla sorunları güzel gösterir. Ancak bu kötü bir şey değildir; çünkü estetik, insanı hayatta tutan şeydir. Bir sandalyeyi sadece oturmak için değil, ait hissetmek için seçeriz. Bir logoya sadece markayı tanımak için değil, duygusal bağ kurmak için bakarız.
Ama tam da bu yüzden, tasarım her zaman manipülasyonla flört eder. Bir şeyin “iyi görünüyor” olması, onun “iyi olduğu” anlamına gelmez. Tasarım bu ikisini karıştırarak bizi büyüler. Ve belki de en tehlikeli yanı budur.
Son Söz Yerine: Tartışmayı Açıyorum
O halde sorularla bitirelim:
- Tasarımın kökeni bizde mi, yoksa ithal ettiğimiz bir kavramda mı?
- Gerçek tasarımcı, plan yapan mı yoksa hisseden mi?
- Kadınların empatik yaratıcılığı olmadan tasarım yaşayabilir mi?
- Erkeklerin stratejik yapısı olmadan sürdürülebilir olur mu?
- Ve en önemlisi: Tasarım bir özgürlük alanı mı, yoksa görünmez bir kontrol mekanizması mı?
Bu başlıkta kelimenin kökünden bugüne kadar bir yolculuk yaptık, ama eminim herkesin bu konuda farklı bir hikayesi vardır. Haydi forumdaşlar, şimdi siz söyleyin:
Tasarım, bir zihin ürünü mü, yoksa bir duygu devrimi mi?